27 Nisan 2009 Pazartesi

A'mak-ı Ayine

Beyaz kağıttan çektim usulca. Uyuşmuşlardı. Tüm oyuklarında siyah izler vardı artık ellerimin. Bulaşmış... Kağıttaysa aynı siyah boya; ama bir türlü doğrulamamış. Hep kambur... Ellerimin küçüklüğünü böyle görmek istedim. Evet, küçüktüler. Bir adamın ellerinin içinde kaybolacak kadar küçük. Soğuk. Birkaç küçük çizik vardı ve yer yer soyulmuşlardı. Küçük bir çocuk gibi bakıyordum, bir keşifmişçesine ve yakından. Küçük bir kız çocuğuydum sanki; ellerimse bana alınmış bayramlıklardı. Geceden baş ucuma bırakılmış.Gittim, çatlamış aynayla birleştirdim. Hala sigara kokan nefesimle küçük bir buğu armağan ettim aynaya. Ver, dedim, elime bir eş. Aynanın arkasındaki şimşekler kesildi, yağmurlar dindi. Ve tüm yaşanmışlıkları önüme serercesine parlak bir gökkuşağı dünyaya geldi. Sekizinci rengi sendin ve çoktan gitmiştin. Dokuzuncuyu görmeyi de ben istemedim. Turuncu-sarı tonlarda bir el, gözleri kapalı buldu benimkini. Onun başparmağının kıyısı da soyuktu tıpkı benimki gibi. Gülümsedim.Bileğime değerek ürperten meşin çerçevesine baktım aynanın; kafamı hiç kaldırmadım. Aynaya yansımış bedenim saygılıydı her zamanki gibi. Tüylerim diken dikendi irkilmekten. Hala aynı nizamdalardı oysa. İçlerinden birisi silahını dayamamıştı henüz diğerinin başına, onun yerini almaya. Herbirini okşadım ve bir masal anlattım. Sıcacık battaniyelerinin altında kıvrıldılar. Cenin gibi. Tıpkı yapmak istediğim; ama sokulacak bir rahim bulamadığım gibi.Sonra usulca elimi çektim. Hissedemiyordum. Her şey siyah beyazdı sanki ve iki boyuta indirgemiştim çevremde olan biteni. Bir fiske karmaşaya daha tahammülüm olmadığını anladım, tuttum nefesimi. Bıraktım. Tuttum. Bırakmadım. "Dayan, biraz daha. İşte böyle, ha gayret" demekteydim, tıpkı kalbine saplanmış bıçakla hastaneye yetiştiriliyor gibi. Sürünerek ya da koşarak attım kendimi banyoya ve eğildim. Küvette birikmiş soğuk suya daldırdım kafamı. İlk nefesimi öyle verdim. Yeni doğmuş gibiydim üstelik. Öyleymişçesine ağlayarak becerdim bu işi. Oyunun kurallarına o derece bağlıydım. Saçlarımın suda yalpalayışını izledim gözlerimi açıp. Yanıyorlardı ve kuvvetle muhtemel kırmızılardı. Oluşan su kabarcıklarının burnumdan dağılışlarına, ardından da yükselişlerine şahit oldum. Küvetten nasıl taştıklarına... Çaydanlıktaki suydu sanki, fokur fokur kaynayan. Ve demlikteki bayat çay. Acı, kokusu mide bulandırıcı. Siyah çay tanelerinin arasında kalmış karanfil tohumu gibi hissettim kendimi. İnce belli bardağa döküldüm sonra tüm kokumla. Bulanıktım.

Hiç yorum yok: