27 Nisan 2009 Pazartesi

Geleneksel Bir Tedavi

Daha ne kadar adi olabilirdi ki? İçi elyafla doldurulmuş tozlu bir şilte. Üstelik kısaydı, biliyorsun, altında olup bitenleri bile saklayamıyordu. Tüm tanrılar haberdardı işlediğimiz günahlardan. Nemli çimenler üzerindeydik ve ay ışığnda ortaya çıkan bacaklarımız koca bir bütündü. Aynı çamurdan şekillendiğimize o an yemin edebilirdim; sıyrılmış eteğimin altında kızarmış bacaklarımın ve burnu soyulmuş botlarımın şahitliğinde....Kafam kazan gibi kalktım bu sabah çift kişilik gösterişli yatağımdan. Kendi ezikliğime acıyordum, bedenim tek başına doldurmaya yetmiyordu çünkü. Bir yastığı diğerinin altına saklayarak kendimi bile kandıramıyordum. Terliklerimden birisi her zamanki gibi siktir olup gitmişti yatağın altına ve eğilip almam imkansızdı. Davransam, pelte kıvamındaki beynim bulduğu ilk boşluktan damlamaya başlayacak gibiydi ve nasırlı tabanlarımın yeri öpmesi en iyi seçenekti. Masada ağzına dek dolu bir kül tablası, hatta sığmamış taşmış bir kaç da izmarit. Sararmış... Demek ki içime çekerken dudaklarım biraz ıslakmış. Tütsü tablasında çizgi halinde kül. Tütsünün rahmini yırtıp hüzünlü melodilerini özgür bırakmış koku molekülleri. Cemal Süreya'nın kitabı. Ortasından ayırıp ters bırakmışım. Bir göz attım:Şimdiye dek düşünmediyseniz Bakmayın içinde ne var Küçük bir kitaptır yaşamak Elinde tutmaya yararGüldüm ve geçtim. Yaktığım tüm kitaplara ithaf ettim. Küllerini bir şişede topladığım ve enkazına saygı bile duymadığım.Yastıkla derimin yedinci tabakası arasına sıkışmış saçlarım. Kendini kaybetmiş. Sahibi gibi. Oysa dirençlerini kırmak için ihtiyacım olan tek şey biraz su.Banyodayım...Çatlamış ellerimi birleştirip soğuk suyun altına tuttum, vücudumda ufaktan bir titreme. Üzerine tıklaması en güzel seçenek: yoksay. Öyle yaptım ben de. Bu bedende yenilermiş gibi acemice davranan ellerim yüzünden yolda telef ettim birkaç şeffaf damlayı. Geride kalanlara şöyle bir baktım göz ucuyla. Yarı bulanık bir saydamlık. İki avcumda içi dışı bir olan iki ayna yarattım; sırlamadım. İkisinin tam orta yerine yerleştirdim bana kalan son suretini ve korkumu bastırmak için titreyen tonlarda bir şarkının nakaratından girdim. Hatırlayamadım. Kimi yerlerini uydurdum üstelik! Kamaşan gözlerimin alabildiğine sen vardın. İlk kez bu kadar çoğaltmıştım seni, göbek bağım ilk kez bu denli güçlenmişti ve beslemiştim. Kordon boynuna dolanmadı ilk kez. Avuçlarımdan eski bir 'sen'in küflü yeşil kokusu dağıldı, ardında köpük kartona sarılmış bebek bir 'sen' bıraktı. Beyaz köpük huylandırsa da, gıcırdatsa da dişlerimi; tek hamlede çıkarttım seni. Eski bir tapınağın fahişesi kırmızı tırnaklarını içimdeki kara tahtalara sürttü sanki, eciş bücüş kalbimi kanattı, çizdi.Berraklığından için gözükmekteydi. Henüz temiz bir bebektin, eğilip fısıldadım adını kulağına üç kez. İçini gördüm. Akciğerlerin... Soldaki hiç de küçük değildi, yüreğinin baskılayamadığı o kadar belliydi ki! Olmadığından. Ve suyla doldular ben nefes aldıkça. Vücut hatlarımda şekillenen nehirlerimin tuzlu suları hesaplayamadığım debileriyle ulaştı kılcallarına. Ağacın dalları gibi dağıldı, aktı aktı. Ve ben ağladıkça burnumun ucu kızardı, sızladı.Yapmam gerekeni biliyordum. Kuvözünde yok olman için çok erkendi balon gibi şişen ciğerlerinle....Elimdeki nikelanj halkada birbirinden farksız bir düzine anahtar. Şanslıydım ki ilk seferde uydurabilmiştim içlerinden doğru olanı kilide. Mor...İspirto şişesini açıp içime çektim. Önümde birkaç cam bardak ve bir şiş. Ucu pamuk sarılı. Yüzükoyun yatırdım seni, başını yan çevirdim. Yanağımı dudaklarının hizasında sabitleyip biraz bekledim. Ilık, ardından sıcak. Bahane bile üretmeye gerek duymadan bir hayat öpücüğü kondurdum dudaklarına. Usulca. Yetmedi dilini tattım. Ve bıraktım.Pamuğu ispirtoyla yıkayıp çakmağı çaktım. Yükselen bir alaz. Turuncu-mavi tonlu. Bardaklarıma usulca geçirdim şişi, ince ince ve çevik hareketlerimle. Sonra sırtın... Şeffaf etinin bardaklarla buluştuğu an nasıl olup da o kadar kararlı kabardığına şaşırdım. Peş peşe tekrarladım hareketlerimi aynı ritimde. Başarısız bir şarkının üst üste tekrarlanan nakaratı gibi. Camın zarifçe işlenmiş ağzı sırtındaki her noktayı kendiliğinden buldu. Etlerinin çekilişini, bedeninle bütünleşmiş bardağı tek hamlede sırtından ayırmaya çalışmanın yarattığı hazzı duydum, geride bıraktığı mor halkaları gördüm. En çok o mor halkaları sevdim. Seni itip kendimi koyduğum zamanlarda iki aynanın arasına; binlerce örneğimde, çalakalem kestiğim saçlarımla beraber en çok o mor halkaları gördüm. Sırtımda değil ama yüzümde. Gözlerimde.

Hiç yorum yok: