27 Nisan 2009 Pazartesi

Beş Duyu

"Birlikte çıkılan her serüven birlikte tamamlanamıyor bazen."...Fındık, bademi burukça selamlıyor mesela. Belki de nezaketen. Salonun orta yerindeki koca yemek masasının ahşap dokusundan yayılan taze fındık kokusu boydan boya camla örtülmüş duvarı aşıp beyaz çiçeklerini fütursuzca gözler önüne seren eski dostu badem ağacına bakıyor. Evet, bu kez kokular görüyor, tadıyor, dokunuyor ve duyuyor. Buram buram fındık rayihasından dalga dalga kıskançlık pompalanıyor. "Benim yemişim çok daha güzelken... Koskoca bir haksızlık bu!" diye hayıflanıyor fındık. Ağzına bademin mayhoş ve bir o kadar da nahoş tadı yayılıyor, dili üzerindeki tüm sinirler sevmedikleri bu tadı gerçekten 'sinirlenerek' karşılıyor.Aynı masada yaşadığı büyük hayal kırıklığının etkisinde bu kez kalp ritmini düzenlemiyor fındık. Aksine hızlanmış nabızlar, sıcak ve düzensiz soluklar peyda oluyor. Birbirini tanıyan iki bedene rağmen yabancı iki ruh karşılıklı oturmuş konuşmadan sohbet edebilme yetisini kazanıp kazanmadıklarını kontrol ediyor. Kadının güneş kokan bronz bedenindeki herbir lekenin yerinden haberdar adam bir zamanlar göğüs kaslarında gezinen manikürlü tırnak uçlarını özlediğini fark ediyor. Evin demir kapısını, kart sesli ördeği, seramik saksılardaki sklamenleri de... Aklına gelen her nesne hiç sevmediği turşu suyundan bir bardak daha içiriyor adama. Beyninin bu acı oyununun ne kadar sürdüğünü merak ederek büyük kadranlı Maurice Lacroix saatine şöyle bir göz atıyor.Eskimiş iplik renginden masa örtüsü limon küfüne boyalı duvara, tablolara, oraya buraya bol kepçeden yerleştirilmiş antikaların yarattığı ağır havaya inat orantısızca duruyor salonun orta yerinde. Hiçbir kuralın göz ardı edilmeden yerleştirildiği yemek takımının kusursuzluğu ise örtünün bu cüretini yerle bir etmekte gecikmiyor elbette. Tüm salon Ron Korb'un mükemmel flüt nağmeleriyle dolup taşıyor. Kadın bu sesin Mozart'ınkinden bile sihirli olduğunu düşünüyor nedense. Bu tınılar çok daha tatlı.Adam birkaç saniye içinde kenarında süzüldüğü kadehi terk ederek vaktinden çok önce kullanılmaya başlanan sandık işi örtüye yayılacak olan Poully Fumé damlasını takip ederken, kadın üst kattaki siyah saten nevresimlerin doğurduğu olgun kavun aromasının merdivenlerden kayarak kendilerine ulaşmasından evvel tabaklarındaki balıkların keskin kokusuyla tüm dikkati üzerlerine çekmesi için biryerlerde olduğuna inandığı Tanrı'ya adeta yalvarıyor. O sırada bahur bir merdiven altında gece tanrıçası Nysk'e kısık ateşte iyice demlenmiş, koyu kahkahalar attırmakla meşgul olan tanrı ölümlünün bu isteğini duymuyor bile. Uzunluğunu kendini bile bilmediği hayatında ilk kez tapınılma arzusunu üzerinden çıkarıp vestiyere bırakıyor bakır işlemeli maşrapasından aldığı haşmetli bir yudum biranın yarattığı gevşemişlikle. O esnada 'tesadüfen' oradan geçmekte olan ve içerden yükselen şehvet dolu sesleri gören tesadüfler tanrıçası Fors, tanrıça olmasının bile önüne geçemediği kadınlık duygularıyla binlerce yıllık sevgilisini bir başkasıyla yakalamış olmanın getirdiği büyük mutsuzluğu yalnızca hissetmek yerine boğazına takılan bir kıl yumağını yutarcasına büyük zorlukla, mide bulantıları eşliğinde yutuyor. Beyninin yolladığı bir cümle gözlerinden yoğun kıvamıyla akıyor:"Birlikte çıkılan her serüven birlikte tamamlanamıyor bazen."...Beş duyunun beş parmağının da beş marifetinin olduğu bu öykünün anahtar sözcükleri ise "bu kez", "şu an", "artık", "ilk defa", "bundan sonra". Karanfil aromalı bir sakızmışçasına ağzımızın içinde yuvarlayıp durduğumuz alelade sözcükler. Ve belki de "şu an" tatmaktan vazgeçip "bu kez" gördüğümüz. "Bundan sonra" dokunmayı tercih edip "artık" kokladığımız. En azından "ilk defa" aromasını duyduğumuz...

Hiç yorum yok: