27 Nisan 2009 Pazartesi

Dönme Dolap

Güneşin kavuniçi tonlarını görürsün yakından. Bedenin yükseldikçe gözlerini daha çok alır turuncunun simleri, daha da koyulaşır gökyüzünün derisine işlemiş renk pigmentleri.Ardından motordan mekanik bir ses yükselir, Tanrı’nın haykırışı gibi kuvvetli; kanırtır tüm geçmiş acılarını, henüz son kullanma tarihleri dolmamış. Aslında temizlediğini sanıyorsundur kalbinin tüm odalarını. Yatak altlarında, kapı artlarında kalan bir tutam pislik vardır oysa. Araladığın pencereden hücum eden rüzgarın ıslak nefesi, hepsini saklandığı yerden çıkartır. Gözlerini yumduğu duvar köşesine koşar, ‘sobe’ der. Yüksek desibelli mekanik ses de aynı umursamazlıkla yakar canını. Soğuk demirlerine dokunmuş gibi irkilir; ellerinde kalan paslı kokusundan iğrenirsin.Ve yalnız başına oturduğun çift kişilik koltuğunda biraz daha ufalırsın dönme dolabın. Mekanizmanın gökyüzüne mandallandığı yerden, içinde kaybolduğun koltuğa kadar uzanan doğrusal bir hüzündür sonrası; eni boyu yarıçapları çoktan aşmış, eni konu kırgınlık, hepi topu küskünlük.En tepeye ulaştığında her şey mümkündür. Tanrı’nın koltuğunu devralmışsındır artık; ritmik sayılarla şekillenen nefes alış verişlerinin arasına yerleştirilmiş her bir es işareti kadar hakkın vardır mucizeler yaratmaya. Hızla düşmekte olan asansörde sıkışıp kalmışsın gibi aşağı çekilmeye başlar ruhun; ivmenin ellerine bağlanmış ipleri kör bir bıçakla keser, olan biteni bir elektrik süpürgesine bağlarsın. Dünyanın en sessiz elektrik süpürgesidir bu, sanki borusu asansörün altına uzatılmıştır; sense yayılan toz kokusunu kolaylıkla alırsın. Tuttuğun kalemin nasırlaştırdığı parmağını şıklatmaya mecalin bile kalmadığından olsa gerek, ağlarsın. Kimse de görmez. Aşağıda bekleyen herkes nokta kadardır; hatta bazılarının frak giymiş gibi kuyrukları vardır. Söylenilen yalanlardan arta kalmış, streçlenip buzluğa atılmış kuyruklar.Sonra…Başladığın noktada bitirirsin yolculuğunu. Fizik kuralları seni tek bir adım bile yol kat etmemiş sayar. Ki umurunda da değildir. İçinden çıkmaya çalıştığın tüm işler sarpa sarmış; kuşe kağıda basılmış sorularda hep çeldirici şıkkı işaretlemişsindir, boş bıraktıklarınsa sadece büyüttüklerindir içinde. Ne de olsa toptan alınmış soru işaretleri hep biraz daha ucuza gelmiştir insana güven vermeyen bir pasajın alt katında.Yine de yiğitliğe yoğurt sürmezsin inerken. Çünkü lunaparklar eğlenceli yerlerdir. Yüzüne yerleştirdiğin kararsız bir gülümseme. Neye benzediğini, neye benzettiğini kendin bile bilmezsin. Ardından, inandırıcı olsun diye tüm dişlerini gösterirsin. Haklısın, bembeyazlar. Dişlerin yayıldıkça yüzüne, yanakların biraz daha toplanır. Otobüste yanına oturan adamın seni sıkıştırması, kendini biraz daha cama yaklaştırışın gibi. Yanaklarını, içleri gülücük molekülleriyle dolu şırıngalarla doldurursun. Bıçak altından kalkan tüm kadınlar gibi yapmacıksın işte. Hava biraz daha kararmıştır, cebindeki bozuk paraları bir türlü uzatamazsın gişede oturan genç çocuğa. Birkaç tur daha hüzün atmaya cesaretin yoktur, güç bela ısıttığın yerden kalkarsın.Elinde horoz şekeri tutan, saçları kurdeleli bir küçük kız çocuğu yerini alır, gülümser.

Hiç yorum yok: